Kendi çevremde de gördüğüm bir şekilde özellike evrim teorisi başta olmak üzere bilim hakkında ne kadar yaygın olduğunu bilmediğim ama yaygın olduğunu düşündüğüm bir yanılgı var: birçok kişi bilimsel konuları da inanç meselesiymiş gibi görüyor. Bence bu konuya en iyi örneklerden biri “Sen evrime inanıyor musun?” sorusudur, sanki evrimin geçerli bir teori olup olmamasının benim veya herhangi birininin ona “inanıp inanmamasına” bağlıymış gibi. Ayrıca “Sen kütleçekimine inanıyor musun?” sorusunun olmaması da bir ayrı karmaşadır. Halbuki iki soru arasında bahsedilen konu dışında hiçbir fark yok, olmamalıdır.

Öncelikle evrim bilimsel bir teoridir ve bilim alanında yaygınca kabul görmüştür. Teori ise ortaya sürülen herhangi bir ifade anlamına da gelmez, o hipotezdir! Az sonra buna daha çok değineceğiz. Evrim teorisi ise bir sürü bilimsel testten geçmiş bir şekilde, en az kütleçekim kadar kesindir aslında. Bilimsel olarak bakacak olursak evrim teorisi şu ana kadar olağanüstü derecede başarılıdır, o kadar ki evrim teorisini bilmeden pek de biyoloji öğrenilemez. Fakat tek bir evrim teorisinden bahsetmek de mümkün değildir, nitekim yıllar boyunca evrim teorisi de çok büyük değişimlerden geçmiştir.

Örneğin Darwin kendi evrim kuramını Dünya’nın yaşının 100 milyon olduğu gibi bir faraziyeyle kurmuştur fakat bugün biliyoruz ki Dünya’nın yaşı 100 milyondan çok daha fazla. Başka bir örnek olarak ise Darwin, evrim teorisinin kapsadığı tür içi çeşitliliğe sebep olan kalıtımın pangenezis olarak adlandırdığı bir yolla gerçekleştiğini öne sürmüştür ancak sonraki yıllarda yükselişe geçen Mendel’in çok daha güçlü teorileri bunun ne kadar yanlış olduğunu ortaya çıkarmıştır. Daha genel olarak yıllar içinde gerçekleşen ve farklı alanlardaki bilimsel anlayışımızın da değişmesiyle Evrim Teorisinin kendisinin de dünyalar kadar değiştiği görülebilir. Sonuç olarak evrim teorisi yüzyıllar önce ortaya konmuş, Darvinizm adı altında piyasaya sürülen ve sanki ilahi bir şeymiş gibi duran bir kavram değil de bilimsel buluş ve olgularla devamlı şekillenmeye devam eden, olağanca normal bir şekilde değişime uğrayan, tamamen bilimsel bir düşüncedir.

Evrim teorisinin başarısına geri dönelim ve bu konudaki onyıllar boyu süren araştırmaların metodunu ele alalım. Evrim teorisinin başarısına işaret eden bilimsel deneyler ve gözlemler de bir fosili alıp onu doğrudan incelemek değildir nitekim; aslında tüm süreç jeoloji, zooloji, biyoloji, kimya, klimatoloji, genetik gibi bir sürü bilim dalını içerir ve basit bir incelemeden çok daha fazlasıdır. Son yıllarda da özellikle genetik inceleme (örnek olarak bulunan proteinler için) bu konuda önemli bir yer tutmaktadır. Durum bu iken sanılanın aksine bilim insanları “Aa, bu uzuv bir insanınkine oldukça benziyor o halde bu Homo cinsinden bir memelinin uzvudur” demiyor tabi ki de. Bilimsel bir kanıt, benzetmeden bir hayli uzaktır.

Mesela çok yakın zamanda Laos’ta bulunmuş ve bir Denisovalıya ait olduğunu düşünülen bir azı dişini ele alalım. Yazılan bu taze makaleden aynen çeviriyorum:

(…) Bu makalede Laos’taki bir kireç taşı mağasında, Orta Pleistosen’de yaşamış bir homoninin azıdişine rastladık. Bayesci modelinin katman matriksine uygulanan ışıklandırma ile tarihlendirme ve yakındaki taşsal yapılar ve dişin yapısı için U-serileri tarihlendirme metotları uygulanarak azıdişinin yaşının 164-131 binyıl olduğunu öğrendik. (…) Diş minesi ise nanoLC-MS/MS tekniği ve yeni geliştirilmiş bir methot kullanılarak analiz edildi. Bu diş minesinin bulunduğu TNH2-1 diş türünün proteomları [bir çeşit protein] birkaç set özel proteinlerden oluşur (…) Diğer homininler arasında yüksek güvenilirlikli bir peptit ve aminoasit [proteinlerin yapıtaşı] eşlemesi yapılamamasına rağmen, TNH2-1 dişminesinin proteomunun bize sağladığı gen dizilimlerini uzak homininlerinkilerle karşılaştırarak bulduğumuz türün Homo türüne ait olduğunu bulduk (…) [1]

Laos’ta bulunan bir mağarada bir Denisovalıya ait olduğu tespit edilen azı dişi. Evrim teorisi hakkındaki bu çok güzel araştırmayı dipnotta bulabilirsiniz. [2]
Ben bunu çevirirken şahsen yoruldum ve devamına aşağıdaki dipnottan ulaşabilirsiniz. Her neyse, gördüğünüz üzere buna benzer bir makale çok büyük bir incelike yazılıyor ve bir araştırmayı gerçekleştirmek için sarf edilen emek ve uğraş ise bir hayli inanılmaz. Özellikle bakacak olursak sadece birkaç satırdan bile bu araştırmanın kimya ve genetik adlı bilim dallarından önemli şekilde yararlandığını görüyoruz. Bulunan fosilin bir hominine bağlanma sürecinin sezgisel bir akıl yürütme ve benzetmeye dayalı değil de, sistematik bir şekilde belirli metotlara, stratejilere ve objektif ölçüm tekniklerine dayandığını görmek de çok önemlidir.

Teori ve Hipotezin Farkı: Evrim bir teoriyse o halde nasıl “başarılı” oluyor?

Neden olduğumu bilmememle beraber gerek diğer dillerde gerek bizim dilimizde olsun, hem dünyada hem de Türkiye’de böyle bir kavram karmaşası var. Özellikle teorinin, daha test edilmemiş veya çok az test edilmiş, ortaya anca atılmış bir fikir olduğu sanılıyor, hipotezin ise varsayım olduğu düşünülüyor ya da hipotez, teoriyle eşdeğer görülüyor. Aslında hipotezin varsayım olduğu doğruyken ne için kullanıldığı tam olarak pek bilinmiyor ve teorinin sadece ortaya atılmış bir fikir olduğunu düşünmek gerçekten çok yanlış. Aslında bilimsel literatürde ve kılavuzda teori ana olarak “Bir grup doğa olayını açıklayabilen ve “doğru” olarak nitelendirilen prensipleri içeren kendi içinde tutarlı fikirler bütünü” gibi bir açıklamayla açıklanıyor. Yani teori, ortaya atılan herhangi bir fikir demek değil; aksine teori, bilimsel basamaklardan geçmiş, birçok testi başarılı bir şekilde aşıp bugüne gelen ve birtakım olayları başarılı bir şekilde açıklayan fikirler bütünüdür.

Bir teori ise ilk aşamada bir hipotezdir, bilim insanları bir olayı açıklamak için bir hipotez uydurur ve onu canalıcı bir şekilde test ederler. Bir çok hipotez bu testlerde elenir fakat elenmeyenler (çok küçük bir kısımdır ki onlar!) teori olmaya hak kazanırlar. Evrim teorisi de bunlardan biridir. O halde Evrim teorisinin kabaca biyoloji biliminde canlıların bir ekosistem içerinde birbirleri ile ilişik bir şekilde nasıl değiştiklerini ve etraflarını nasıl etkilediklerini bazı prensiplerle ve kurallarla açıklayan bir teori olduğunu söyleyebiliriz. Şu durumda Evrim teorisinin “ispatlanmamış, yanlış, sadece teori olduğu, güvenilemeyeceği” gibi iddialar tamamen safsatadır.

Karl Popper bilim felsefesine çok önemli katkılarda bulunmuştur. Metodolojik çalışmalarının izi biyoloji ve evrim teorisi dahil olmak üzere bilimin her yerinde hissedilir.

Bilimde kusur yok mu? Evrim teorisi çok mu mükemmel?

Bilim tabiki mükemmeldir, her zaman her bilim insanı geçer bir bilim etiğine sahiptir diyemeyiz. Denilemez de zaten. Hatalı araştırmalar, etik olmayan bir şekilde üretilmiş kanıtlar, sadece kişisel durumlardan dolayı bir araştırmaya saldırmak, ün kazanmak için sahte bulgular üretmek, bilimsel basamakları bilerek atlamak gibi durumlar her zaman vardır ve varolmuştur bilimde. Hatta ve hatta nükleer silahlardan, savaş uçaklarından, makineli tüfeklerden de bahsetmek son derece mümkündür. Ne de olsa bilim, insanın bir ürünüdür, bilim insanlarının da her biri bir insan ve insanlar da her zaman iyi kalpli değiller; bu açıkça bir insan doğasıdır ve hayatımızın her dalında vardır.

Fakat şuna dikkat çekmek gerekir ki, etik olmayan davranışlara ve uygulamalara başvuran bilim insanları ve onların hatalı çalışmaları en çok bilim insanları tarafından ortaya çıkarılır. Yani bilimin ister bilerek, ister bilmeyerek hatalı ve bazen de etik olmayan bir şekilde ortaya konmuş çalışmalara en çok gene biliminin kendisi tarafından karşı çıkılır ve bunları en çok gene bilimin kendisi düzeltir. Hayatımızın diğer parçalarını ve katettiğimiz mesafeleri düşünürsek bilimin bu kendine kendine ait olan başarısı, bu konudaki suçlamaların ancak çok küçük bir doğruluk payı olduğunu ve geri kalanının iste genelde ön yargı olduğunu gösteriyor.

Bilime Güvenmek

Son olarak biraz daha genel bir konuya değinmek istiyorum. Bilimsel gerçekler, bilimsel gerçeklerdir. Bazen bilimsel bir olguya inanmak istemeyebiliriz ve bazen bir bilimsel gelişme inanç sistemimize meydan okuyabilir. Bundan dolayı rahatsız olabilir, bilime meydan okumak isteyebiliriz (aslında bunda bir sakınca yoktur ama ancak bunu makaleler ve sıkı bir deney-gözlem yoluyla yaparsak). Bilimden gelen insanlara saygı göstermeyi bırakabilir, hayalperest diye onlarla dalga geçmeyi ve alay etmeyi dileyebiliriz (geçmişte sayısız kültürde böyle şeyler çokça yaşanmıştır) fakat konu en sonunda şuraya gelir: bilim için açıkçası neye inandığımızın neredeyse hiçbir önemi yoktur.

Kanıtlar ve akıl yürütmeler birkaç tane olguya ışık tutar ve buradan da nesnel bir yargıya varılır. Bilimsel basamakların çok büyük bir kısmı böyledir. Bu süreçte bilim insanlarının ta kendilerinin bile kişisel inançları pek bir anlam ifade etmez. Bundan dolayıdır ki bilim, geçmiş çağlardan itibaren diğer insan aktiviteleriyle yarışa geç başlamasına rağmen modern çağımıza doğru hepsini geçmiştir. O yüzden bilimsel sürecin önemli ürünlerinden olan telefonlarımızdan, bilgisayarlarımızdan ve seri üretimden geçmiş başımızın üstündeki lambalarımızın altından bilimin bize yalan söylediğini, bize karşı çok büyük bir komplo kurduğunu söylemek kadar saçma bir şey yoktur. Bir yandan da en sonunda bir şeye güvenmek veya güvenmemek tabi ki bizim elimizdedir ve özgür bireyler olarak bilime güvenmeyebilir ve kendi inançlarımızı bilimsel olgulara tercih edebiliriz. Buna kimse bir şey diyemez, sonuçta fikir özgürlüğü çok temel bir özgürlüktür. Ama şüphesiz ki bilim matematiğin de yoldaşlığında bundan hiçbir şey kaybetmez ve bilimsel olgular hiçbir şekilde daha “yanlış” olmaz. Tarih bunu (bilimin zaferini) defalarca göstermiştir, şüphesiz göstermeye de devam edecektir.

Dipnot:

 

 

Yorum Yazın