Tarihteki emperyalist güçler daima donanmalarıyla diş geçiremedikleri devletlere diş geçirmişlerdir. Genel de Amerika ve İngiltere bu işte ustadırlar. Bir başka adı da büyük sopa politikası olan bu politikayı anlatalım ve inceleyelim.

Büyük Sopa Politikası nedir?

Büyük Sopa Politikası, başka bir adla Savaş Gemisi diplomasisi olarak da adlandırılabilir. Bu politikanın temel amacı ABD’nin veya İngiltere’nin elini öpmeyen devletlere diz çöktürmek. Kısacası denize bakan büyük şehirlerinin önüne dev, zırhlı gemiler yollamak.

Tabi ki haliyle küçük devletler bundan korkuyor ve geri adım atmak zorunda kalıyorlar. Büyük Sopa Politikası ile ABD ve İngiltere liderleri bir taşla iki kuş vuruyordu: Hem savaştan kaçınarak bedavaya kazanç elde ediyorlardı hem de ülkelerindeki kamuoyunu coşturarak popüleritelerini arttırıyorlardı.

ABD’nin, Karayip Denizinde “Büyük Sopa” politikasını uygulamasını gösteren bir karikatür. Gemilerin üstüne Borç toplama vb. yazıyor. Fotoğraftaki insan Theodore Roosvelt, bunu unutmayın.

İngiliz işçi partisi’nin isimlerinden biri olan Aneurin Bewan, 1950’lerde Churchill için şu sözcükleri sarf etmiştir:

Dünyanın herhangi bir yerinde İngiltere’nin başı sıkışsa, Churchill’in aklına gelen tek çözüm hemen oraya bir gambot yani savaş gemisi yollamaktı

Gambot yani savaş gemisi stratejisi ismi buradan geliyor: Churchill’in ülkelere gambot yollaması. İngiliz Tarihçi James Cable ise bu konu hakkında şunları söylüyor:

“Topyekün bir savaş ilan etmek yerine, sınırlı deniz gücü tehdidini kullanarak, uluslararası bir çatışmada veya yabancı ülkelerin kendi toprakları içinde bir avantaj elde etmeye çalışmak veya kaybı önlemeye çalışmak”

Aslında düşünürsek günümüzde Gambot stratejisi sadece gemilerle olmuyor. Çeşitli ekonomik yaptırımlar ve tehditler de Gambot stratejisi yerine geçebiliyor. En azından günümüzde.

Mesela; Amerikanın, Çin’e karşı gümrük vergilerini arttırması, ülkemizden örnek verecek olursak zaman zaman krizlerde “ekonomik yaptırım” uygulanması. Aynı şekilde İran, Rusya ve çoğu devlet bu politikanın kapsamında.

İronik olarak bir dönem ABD başkanı olan Barack Obama, 30 Temmuz 2012’de Oval Ofis’te sopasıyla oturmuş, dönemin T.C. başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’la konuşuyor. İngilizce olarak “Big Stick” olarak karşımıza çıkan büyük sopa politikası olarak, sanki bu fotoğrafta bir ironi var gibi. Obama’nın elinde büyük sopa var. Yapılan açıklamada konunun Suriye olduğu söylendi. Ayrıca bu fotoğraftan sonra iki ülke arasında diplomatik gerginlik baş gösterdi. Bununla birlikte amacın ne olduğunu gerçekten bilmesek bile burada ironi var.

Gambot Politikasının Gelişimi

Büyük Sopa Politikası, yüksek kalibreli toplar icat edilince ve gemilere monte edildiğinde başladı. Bu gemilerle yüksek hasar verilebiliyor ve bunun yüzünden daha silahları ateşlemeden karşı devlete diş geçiriliyordu. Çünkü karşı devlet riski göze alamıyordu.

İngiltere’de 18. ve 19. yüzyılda buharlı makineler icat edilip “Sanayi Devrimi” gerçekleştiğinde başta İngiltere’de ve diğer Avrupa ülkelerinde bu teknoloji hızlı bir şekilde yayıldı. Her şeyde adeta bir değişim vardı.

Tabi ki de bu değişim denizlere de yansıdı. Kim daha güçlü motora sahip, uzun süre su üstünde kalabilen, ağır silahlara sahip olan gemiler istemezdi ki? Haliyle İngiltere bir ada ülkesi ve askeri alanda açık ara denizlerde güçlü. Bunun sonucunda da kömürle ve buharla çalışan gemiler ürettiler.

Tahta gemileri kaldırmak daha kolaydı. Fakat demir kaplamalı gemiler için buharlı makineler beklendi zira bundan önce demir gemileri taşıyabilecek teknoloji bulunmuyordu. Fakat artık teknoloji gelmişti: Bunun üzerine gemiler artık “demirleşmeye” başladılar. Kraliyet Donanması’nın son tahta gemisi 1859’Da üretilen Bulwark sınıfı bir savaş gemisiydi.

Bu gelişmeler Gambot stratejisini daha korkutucu ve tehditkar hale getirdi. Daha önce de bu strateji vardı fakat daha masumdu.

Kraliyet Donanmasına ait olan HMS Ocean. Döneminin ilk demir kaplamalı gemilerindendi.

İngiltere’nin Gambot Strateji uygulaması ilk olarak Osmanlı Devleti üzerinde denendi.

İngiltere’nin Gambot Stratejisi

Fransa, Campo Formio Analaşması ve daha önce gerçekleştirdiği anlaşmalarla ve fetihlerle Avrupa’da üstünlüğünü göstermişti. Fakat bir türlü diş geçiremediği ezeli bir rakibi vardı: İngiltere. Fransa artık İngiltere’yi tek düşmanı olarak görüyor ve İngiltere’ye diş geçirmek istiyordu.

Fransız Hükümeti, İngiltere’ye bir çıkarma yapılmasını, ve bu görevin Napoléon’a verilmesini istiyordu. Napolyon ve Dış İşleri Bakanı, adam akıllı donanma olmadan bunun akıl karı olmayacağını ve bunun yerine İngiltere’nin; doğudaki özellikle, Hint zenginliklerini baltalamak için Mısır’a bir sefer düzenlenmesini veya Hannover Elektörlüğüne bir saldırı başlatmanın gerekli olduğunu söylüyorlardı.

Sonunda Mısır’a bir sefer gerçekleştirilmesinin daha fayladı olacağı görüldü ve sefer 1798’de başlatıldı. Seferi anlatmayacağım. Bilmeniz gereken şey Fransızların başarısız ve ordularının tarumar olduklarıdır.

Napoléon’un Başarısız Mısır Seferi

Şimdi gelelim konuyla alakalı kısmına. İngiltere bu saldırıdan ağzının payını aldı.Eğer Napoléon bu seferi başarıyla gerçekleştirecek olsaydı İngiltere için durum çok kötü olacaktı.

İngiltere böyle bir durumun bir daha olmaması için bölgeye hakim olan Osmanlı’yı, Fransızlardan uzaklaştırmak istedi. Başka bir neden olarak ise, Osmanlılar direkt olarak Avrupa’da savaşabilecek bir devletti. Kazanamayacak olsa bile en azından Avusturya ve Rus ordularını oyalayabilirdi.

Bunun üzerine İngiliz elçisi Charles Arbuthnot, İstanbul’da bulunan çok etkili ve aktif bir Fransız elçisi olan Sebastiani’yi İstanbul’dan kovma girişimlerine başladı. Bunun nedeni halihazırda, Osmanlıların III. Selim önderliğinde Fransız askeri ve eğitim reformu gerçekleştirilmesi için çalışılmasıydı. Pek çok teknokrat ve subay bunun üzerine çalışıyordu.

İngiliz Elçisi Charles Arbuthnot

İngiliz Elçisi Charles Arbuthnot, hiç de diplomatik ve saygılı davranmadı: direkt olarak Fransız Elçisi Sebastiani’nin sınır dışı edilmesini istedi. Bu olay, Osmanlı Devletini çok kızdırdı. İngiltere için konuşma bitmişti, artık Gambot Stratejisi yaklaşıyordu.

Şubat 1807’de İngiltere, Amiral Sir John Duckworth emrindeki 11 gemilik donanmayı İstanbul’a yolladı. Amaç, silah ve tehdit yoluyla Osmanlı’ya diz çöktürtmekti.

Buna benzer irili ufaklı 11 gemi İstanbul’a yola çıktı.
(HMS Pomone, 1805)

Çanakkale Boğazını geçip Kınalıada yakınında demir atan İngiliz Filosu toplarını İstanbul’a çevirdi. Osmanlılar diz mi çökecekti yoksa savaşacaklar mıydılar?

Yerli halk bu olaya “Vak‘a-i İngiliz yani “İngiliz Vakası” adını takmışlardı. Bu arada İstanbul’da bir panik havası vardı, insanlar ne yapacağını şaşırmış, tepedekiler ise çözüm yolu arıyordu. Sahiden, çok az teçhizatlandırılmış ve çok az tahkim edilmiş, istihkamı zayıf olan bu şehir 11 gemiye nasıl dayanabilirdi.

Bunun üzerine Fransız Elçisi, III. Selim huzuruna çıktı ve Fransa’nın her türlü yardımı yapabileceğini söyledi. Bunun üzerine bir haftada içinde; yerli halk, yeniçeriler, Fransız subayları ve uzmanları, denizciler, topçular, subaylar sanki seferberliğe girmişti. Olağanüstü bir çalışma vardı. Bunun sonucunda şehir tahkim edildi ve ağır tabyalarla donatıldı.

Fransız Elçi Sebastiani

Bu arada şehir tahkim edilirken İngilizlerle görüşmelere başlanmıştı. İngiliz Hükümeti tekliflerinde ısrarcıydı. Buna karşılık iki taraf da birbirini tehdit etti. İngiliz Hükümeti, donamasıyla şehrin kıyılarına ilerleyip, kıyılarını bombalayacağını; Osmanlı Devleti ise buna karşılık, şehirdeki İngilizlerin güvenliklerini garanti edemeyeğini söyledi.

Kriz artıyordu fakat bunun sonunda İngilizler herhangi bir kazanç elde edemeden bölgeden ayrıldı. Çanakkale Boğazından, Ege Denizi’ne geçerken de tahkimi tamamlanmış tabyalardan ağır hasar aldılar. Türkler Boğaz’ın geçilemeyeğini gösterdi. Kim bilir, tarih belki de 108 yıl sonra tekerrür edecekti.

İngilizlerin başarısız Boğaz Seferi

Bu girişimden sonra İngilizler daha birçok kere benzer politikayı farklı ülkeler üzerinde uygulayacaktı. Sadece İngilizler değil, Amerikanlar da.

Theodore Roosevelt’in Donanması İzmir Yolunda!

Bu sefer sopa yine Osmanlı’ya yönlendirilmişti. Roosevelt az kalsın İzmir’i bombalatacaktı! Şimdi olayı anlatalım:

Kırım Savaşından (1854-56) sonra gerek ekonomik gerek başka sıkıntılarla beraber Amerikalı misyonerler Anadolu’ya iyice yayılmışlardı. 1878’de Berlin Konferansı sonucunda misyonerlikler iyice serbest kalmıştı. Sadece din yaysalar iyi fakat çoğu casusluk ve Osmanlıya aleyhinde girişimlerde bulunuyorlardı.

İstanbul’da suçüstü yakalanan bir misyoner, İngiltere ile Osmanlı arasında diplomatik bir krize sebep olmuştu. Bu arada halk da tutuşmuş, kolejlere ve misyoner okullarına saldırı düzenlenmiştir. Ardından iki tane Ermeni öğretmenin Ermeni isyanına katıldığı öğrenince işler daha da kızıştı, kolej binası halk tarafından tahrip edildi ve Amerikan tabiyetine geçmiş 500 kişi tutuklandı.

26. ABD Başkanı: Theodore Roosvelt

Bu böyle birkaç kez devam etti, dönemin hükümeti yani Babıali, bazı olaylar karşısında tazminat ödemeyi kabul etti. Bazı zamanlar Müslüman halk, infilal etti ve olaylar çığrından çıktı. Bunlar ilerideki olayların göstergesiydi. Bir kıyamet kopacaktı. Roosevelt 1901’de başkanlık koltuğuna oturduğuna ilk işi Osmanlı’ya gereken dersin verilmesi olduğuna karar verdi. Bir fırsat aranırken Beyrut’taki ABD Konsolosluğuna suikast düzenlendiği haberi geldi. Bunun üzerine 2 kruvazör yola çıkarıldı.

Fakat bu gemiler görevi tamamlayamadı. Sultan Abdülhamid ile bir mutabakata varılamadı ve süre kazandırıldı. Gündemde gemilerin çekilmesi vardı, nitekim de öyle oldu. (Abdülhamid demişken şu yazımızı okumanızı tavsiye ederiz: 2. Abdülhamid üzerine objektif düşünceler)

Fakat yıl 1904 olduğunda artık işler daha sıkıntılı hale geldi. ABD’deki Misyoner Cemiyetleri baskı yapıyordu ve aynı yılın Kasımında seçim vardı! Roosevelt bunun üzerine 5 gemi yolladı. Ve telgraf çekti, özeti ise şuydu: Misyonerlikleri serbest bırakın, yoksa gerisine karışmam. Son kısmı demedi ama işi özetliyor.

Abdülhamid’in Dışişleri bakanı ve yanındaki danışmanlar çözüm arıyorlardı. Karşısında seçimi kazanmak isteyen bir ABD başkanı vardı! Fakat tüm uğraşlara rağmen filo İzmir’e yaklaşınca maalesef Misyonerlikleri serbest bırakmak icap etti.

Don Pacifico Olayı

David Pacifico, Büyük Britanya vatandaşı ve Portekiz, Atina Başkonsolosuydu. Atinalı Rum Ortodokslar her yıl yaptıkları gibi 1847 Paskalya’sında sokaklarda Hz. İsa’ya ihanet eden Yahuda İskaryot’un figürünü yakarak bayramı kutlamaya hazırlanırken Yunanistan gösteriyi engelledi. Bunun üzerine halk Pacifico’nun konağına hücum etti, çocuklarına ve karısına saldırdı, evi darmaduman ettiler. Gerekçeleri, Pacifico’nun Yahudi olmasıydı.

Bunun üzerine Pacifico, 26 bin sterlin tazminat istedi, ki bu çok fazlaydı. Bugünün parasıyla 3,5 milyon sterlin ediyor. Siz hesaplayın artık. Doğal olarak da Yunan Hükümeti bunu ödeyemedi.

O sırada İngiliz Dışişleri bakanı Lord Palmerston devreye girdi. Fakat ilk olarak biraz kendisinden bahsedelim. Lord Palmerson, inanılmaz derecede popülist bir liderdi. Kraliçe Victoria hatta Başbakan bile ondan rahatsızdı. İspanyol Hükümet’inin İngiliz elçisini ülkeden kovmasını, Sicilya Kralı ile İngiltere Kraliçesinin arasının bozulmasını sağladı.

Bunun gibi de Pacifico olayına el attı. Britanya için kendisini dünyaya bir kez daha tanıtmak için bir olaydı biraz da bu. Nasıl baş gösterdik, halkımızı nasıl koruduk gibisinden. 11 Ocak 1850’de Pire limanının karşısındaki adalara W. Parker emrindeki Akdeniz’deki İngiliz Filosu geldi.

İngiliz Kraliyet Donanması “barışçıl” bir abluka başlattıklarını duyurdu. Amaç Yunan Hükümetine baskı uygulayarak Pacifico’ya tazminatının ödenmesiydi.

Lord Palmerston

Bunun üzerine İngiltere, Yunan gemilerine el koymak istedi fakat gemileri zaten az olan Yunan Hükümeti gemi vermek istemedi. Bunun üzerine İngiliz Donanması Yunan Ticaret gemilerine el koymaya başlamıştı.

Bu sert diplomatik hareketler büyük ses getirmişti. Aynı zamanda hoş karşılanmamıştı. Rusya’nın İngiltere elçisi bunun bir açıklamasını istedi. Ayrıca Yunan Hükümetinin, İngiliz taleplerine olumsuz yanıt vermesinin arkasında Fransa vardı. Uzun olayın özü İngiltere, hem Rusya hem Fransa ile diplomatik gerilime girmişti.

İngiltere’nin ne yaptığı anlaşılamıyordu. Muhafazakar Parti, Haziran ayında Dışişleri Bakanı Lord Palmerston ve hükümete karşı soru listesi verdi. Bu sorular da oy çokluğuyla kabul edildi. Birdenbire hükümet de tehlike altına girmişti.

Lordlar Kamarasında Lord Palmerston herkesi etkileyen tabiri caizse muazzam bir konuşma yaptı. Bir anda İngiltere’nin en çok konuşulan adamı oldu. Palmerston oy çokluğuyla hükümeti kurtardı. Kısacası İngiltere tüm dünyada her zaman her yerde tüm vatandaşlarının haklarını korur demişti.

Fakat Don Pacifico olayı Fransızlar ve Portekizlilerin sayesinde çözülmüştü. Pacifico 26 bin sterlin değil sadece 150 sterlin tazminat alabildi!

Panama Nasıl Kuruldu Bileniniz Var Mı?

Herhalde en ünlü Gambot Politikalası örneklerinden biri Panama’dır. Panama eskiden Kolombiya’nın bir eyaletiydi. Fransız bir şirket okyanusları birbirine bağlayacak bir kanal yapmaya çalıştıysa bile yapamamıştı.

Başkan Theodore Roosvelt durmaz, oradan para akacaktır. Roosevelt önce dışa bağımlı olmayan “Panama Cumhuriyeti” ilan edilmesini sağladı. Saniyesinde Panama’yı tanıdı ve Kolombiya’nın müdahalesinde karşı bölgeye direkt olarak gemi yolladı. Kolombiya’nın seçeneği yoktu. ABD’ye kanal açma ve bu kanalın iki tarafındaki toprakları kontrol etme yetkisini 1999’a kadar veren bir anlaşmayı imzalamak zorunda kaldı.

Bunun gibi aynı başkanın döneminde Karayiplerdeki çoğu ülkeye benzer uygulamalar yapıldı. Dominik Cumhuriyeti, Nicaragua, Haiti.

Şu resmi bir daha şuraya koyalım:

G

Son Söz

Bence çok güzel bir yazı oldu. Birçok örnekle konuyu pekiştirdik. Sağlıcakla kalın.

Kaynakça

Genel Olarak :

  • #Tarih dergisi. Eylül 2018, sayı 52.
  • https://www.britannica.com/event/Big-Stick-policy

Napolyon bölümü: Balkanlara Hüzünlü Veda, Atilla Güler, sf. 39, Alibi Yayıncılık

Abdülhamid ile alakalı bölüm: Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı 2, Mustafa Armağan sf.200-207

Yorum Yazın